Millet ve ülke olarak belkide en stabil olduğumuz, yıllardır soruların da sorunların da aynı olduğu, bir arpa boyu yol alamadığımız konular; hayvan, doğa, insan… duyarlılıklar, farkındalıklar, elde edilmesi gereken ama kimsenin kılını bile kıpırdatmadığı bir ton çözümsüzlük… Dönüp dönüp aynı yere geliyoruz, dönüp dönüp aynı olayları farklı hikayeler olarak duyyoruz, görüyoruz, okuyoruz ve dinliyoruz.. Zaten tuhaf yaratıklarız; düşünsenize durmadan birbirimizle savaşıyoruz, aslında savaştırılıyoruz da biz savaşıyoruz zannediyoruz.. Aynı zincirin son halkası malum israil filistin hikayesi.. bu savaş denen mesele gerçekten akıllara zarar, siz bir taraftan insanların üzerine bomba yağdırıyorsunuz, sonra bir ara verip 1insani yardım koridoru” oluşmasını sağladığınızı söylüyorsunuz.. Yani biraz şey gibi, adamın birini eşşek sudan gelene kadar dövüp, ağzını burnunu kırıp sonra ölmesin de biraz daha döveyim diye bir durup adama su ve yemek verip dinlenmesini bekliyorsunuz ve bu arada siz de boş durmayıp yeniden dövmeye başladığınızda bu sefer neyle vursam hesabını yapıyorsunuz… Diğer taraftan bu dövüşü izleyenler de ara ara tezahürat yapıyorlar.. hani şu filmlerden aşina olduğumuz kafes dövüşleri gibi… biri bağrıyor, “yürü aslanım yanındayım daha kuvvetli vur çenesini kırdığın yetmez, bacaklarını da kır” bu arada arkasına dönüyor ben aslında bu zulümden yana değilim şimdi söyleyeceğim dursun biraz da adam nefes alsın, merak etmeyin ben elimden geleni yapacağım” diyor. Adam duruyor, diğerine su yemek falan veriyorlar bu arada diğer adam yeniden başladığında bacaklarınıda kırsın diye dövüşen adama demir sopa satıyor.. ve kimse bütün bu olup bitenin tezgahlayıcısı da, gaz vereni de aynı adam ya da adamlar ve asıl amaç demir sopa, muşta vs ne varsa onları satmak.. Basitçe anlatayım diye daha mı karışık oldu bilmiyorum ama, benim gördüğüm net gerçek bu… E napalım peki? “Böyle gelmiş böyle gider, insanın fıtratı bu” diyerek arkamıza yaslanıp tüm adaletsizlikleri, tüm katliamları, tüm hukuksuzluk, haksızlık ve adaletsizlikleri izlemeye devam edelim… E yapacak bir şey de yok gerçekçi olalım.. Oturup sosyal medyada ahkam keserek, sağda solda küfrederek ya da bizimle aynı fikirde olanlarla bir araya gelip, “körler sağırlar birbirini pohpohlar” durumunun dayanılmaz hazzının tadını çıkartalım.. Hadi biri çıksın desin yok o iş öyle değil.. Desin ve beni ikna etsin.. Bi ton hikaye var cicili bicili “deniz yıldızı” hikayesi gibi.. Adı üstünde hikaye.. Umut veren hikayeler güzeldir elbet ama kesmiyor artık.. Yani en azından beni kesmiyor. Bu arada yazmaya başladığımda bu savaş falan hiç aklımda yoktu.. Ama ne yapayım arkadaş, benim aklımada bunlar geliyor işte.. Evet bazı keyifli aktivitelerden falan da söz edebilirim belki ama yok işte çıkmıyor… Nasıl çıksınki, mesela tam oturup biraz müzik dinleyeyim diyorum o sırada diğer odada açık olan televizyondan bir haber ya da konuşmaya takılıyorum.. Hadi çıkalım 2 tur atıp hava alalım diyorum, daha yola çıkar çıkmaz sağa çekmiş sopalarla birbirine saldıran insanlar görüyorum.. daha 1km gitmeden ezilip yolun ortasında kalmış bir kedi yavrusuna rastlıyorum.. Belliki zaten o otoyola ezilsin diye bırakılmış üstelik… Günlük yaşamım içinde pesimist, karamsar biri falan değilim aslında ama işte görmezden de gelemiyorum.. Bu nedenledir ki 8 yıldır bizim malum 4P1K dergiyi yayınlıyorum.. Aslında yayınlıyoruz tabii başta canımdan öte eşim olmak üzere onca insanında emeği var… Sırf görmezden gelemeyenler bir araya toplanalım bir şeyler yazıp söyleyelim de belki bir deniz yıldızı kurtarırızın peşinden koşuyoruz.. Ne yaman çelişki anne :)) az önce deniz yıldızı hikayesinden dem vuran da bendim değil mi? E normaldir işte biz böyleyiz, durumlar da hikayeler de duruma göre değişir.. İşte böyle de ikiyizlü bir canlı türüyüz… trajikomik… Ben yine de mutlu bir yeni yıl ve keyifli okumalar diliyorum sizlere...