Zaman… Zaman nedir? Mesela Einstein’a göre zaman, evrensel ve mutlak bir kavram değil, gözlemcinin hareketine bağlı olarak değişen ve yerçekiminin etki ettiği bir ölçüdür. Bilim insanları, bilim var olduğundan bu yana bu sorunun cevabını araya dursunlar öte yandan gerçek şu ki aslında “zaman diye bir şey yok” diyerek ben son noktayı koyayım. Bunun için de en önemli kanıtım şu soruya dayanıyor; Bu gezegende insan olmasaydı zaman kavramı olacakmıydı? Yani mesela ağaçlar, böcekler, kediler, köpekler.. kısacası insan dışındaki varlıkların hangisi saatin kaç olduğunu merak ediyor ya da yaşamını ona göre planlıyor. Oysa biz hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da kendimizi bir bilgiye açlıkla, yine kendi koyduğumuz yasaları referans alarak yaşamaya devam ediyoruz… Hiç farketmiyor kavramların göreceliği, yeterki biz bilelim… Çünkü ego bilmek ister, ego geçmişi, geleceği, her şeyi ama her şeyi bilmek ister… Egonun yani “ben” in var olmak için hava gibi su gibi ihtiyacıdır bilmek ve fakat gel gör ki varoluşta bilmek diye bir gerçeklik yoktur. Varsa da bu insanın algı gücü dışındadır. Temelde dinlerin varoluşu da bundandır. Çünkü ego bilmek ister, bir taraftan bilemeyeceğini de bilir ve bir bilene inanarak varlığını sürdürme yolunu seçer… Bunun kötü ya da olmaması gereken bir şey olduğunu söyleyemem. Ne bilgim, ne algım ne de ukalalığım yetmez bunu söylemeye.. Sadece farkında olduğum şeyden söz ediyorum ben… Şimdi tüm bunlar nereden aklıma geldi (pek gittikleri yok ya)…Hemen söyleyeyim; adamın biri asansörde kedi tekmeleyerek öldürüyor, diğeri karısını 23 yerinden bıçaklıyor, bir grup savunmasız hayvanları köşeye sıkıştırıp öldürmeyi “av sporu” olarak niteliyor.. Daha geçen hafta bizim mahallede biri 8 köpeği zehirleyerek öldürdü… Birileri bulduğu her boşluğa tonlarca beton döküyor ve birileri de bunu “gelişim” diye niteliyor… Söyleye söyleye dilim kurudu ama bir kez daha söyleyeyim; “ne kadar da zavallıyız, bir canlı türü olarak. O kadar zavallıyız ki zavallığımızın bile farkında değiliz… Var olduğumuz günden bu yana, pardon aslında Homo Erectus dan bu yana kendi yarattıklarımıza tapıyoruz, çünkü tapmazsak bilemiyoruz ve bilememek bizi öldürüyor… Önce anlayamadıklarımıza taptık; güneş, ay, toprak vs. Sonra tahtadan yaptığımız putlara, sonra çamurdan inşa ettiğimiz heykellere… Baktık olmadı, zira bir de mantık belası var ki o ayrı çelişki; bu defada bir şey var ne o bilmiyoruz ama bir şey var mutlaka demeye başladığımız bir tanrı yaratıp ona inanmaya, daha doğrusu onun söylediklerini bize aktardığına inandıklarımızın anlattıklarına inandık… Neden? Çünkü ego ancak bilerek var olur. İşte bu büyük çelişki içinde bir de zaman kavramı yarattık.. Önce ayla başladık, yani ayın dünya çevresindeki dönüşünü referans alarak… O pek tutmadı, çünkü her zaman aynı hızda ve zamanda dönmüyordu.. O nedenle o takvime göre aylar ve günler, bugün kullanılan takvime uymaz ve mesela ramazan sürekli başka bir zamana denk gelir.. Sonra başa döndük, yani güneşe… Bir zamanlar taptığımız güneşin, aslında etrafında döndüğümüz bir yıldız olduğunu anlayınca, bu dönüşü baz alarak bir zaman tanımlaması yarattık. Kısacası öyle lanetli bir türüz ki, içinden çıkamadığımız ve çıkmamızın mümkün olmadığı bir arafta sıkışmışız. Bu sıkışmışlık içimizi bir çeşit duygu karmaşası çöplüğüne döndürmüş ve biz de bunun intikamını gücümüzün yettiğinden alıyor, içimizi dolduran pisliği başka insanlara, başka hayvanlara ve doğaya boşaltıyoruz. İşte tam da bu nedenle, katlettiğimiz ya da canını yok saydığımız her hayvanla, betonla kapladığımız topraklarla, yarattığımız değerlere tapınmakla ve zamana inanmakla aslında bindiğimiz dalı kesmekten başka bir şey yapmıyoruz… Ve hala farkında bile değiliz ki o kestiğimiz dal kırılmak üzere ve bizim nereye düşeceğimiz bile belli değil.. Dosttan dosta sevgiyle…

Paylaş